25 Kasım 2010 Perşembe

Bar


Barda oturuyorum şimdi. Elimde bir şarap oturduğum yere uymuyor. Şık bir masaya, güzel bir bayanın karşısına yakışıyor bu. Yalnızlığıma yakışmıyor. O kadar boş ki zamanım – ya da aklım dolu – Sadece yarım dolu olan şarap bardağına bakıyorum uzun uzun. Parmaklarımı bardağın kenarlarında gezdiriyorum. Farkında mıyım bunun, hayır. Hem de hiç. O kadar gürültülü bir müzik var ki ortamda. Bir alternatif rock işte. Canlı performans olmadığını fark ediyorum. Ara vermiş müzisyenler herhalde. Duymuyorum hiç birini hepsi bir anlık oluyor.
Yüksek rahatsız bir sandalyenin üzerindeyim. Eski bir barın önünde. Koyu renk tahtaları, tezgâhı. Karşımda binlerce içki şişesi…

22 Kasım 2010 Pazartesi

Anti-sizlik!


Evet, sevmiyorum sizi. Sevmiyorum sevmiyorum sevmiyorum işte! Sevmek zorunda da hissetmiyorum ayrıca. Bu konu biraz bana tuhaf geliyor. Ne bileyim yalnızca bu konuda yüzde yüz ben haklıymışım havalarındayım. Çünkü sizi sevmek bana mümkün gelmiyor. Sevemem hayır hayır olmaz. Sevemem işte mümkün değil.
Siz bir kere gözümde ürkütücüsünüz ve vahşisiniz. Diğerlerinin aksine siz vahşisiniz işte. Doğanız hala böyle. Nasıl sizin üstleriniz bizi rahatlıkla parçalayabiliyorsa sizde hala bu özellikleri taşıyorsunuz.
Bir kere sinsi sinsi bakıyorsunuz hep. Her an bir şey yapacakmış gibi. Azgın bir erkek gibi üzerime atlayacakmış gibi. Çok korkunç. Ve o gözleriniz hep “tehh, ben neler gördüm” gibi bakıyor. “Sen kimsin ki!” bir alay var işte. Bunu sevmiyorum. Sanki tehdit eder gibi bir havanız var bizlere. Şunu yap bunu yap der gibisiniz. Hâlbuki biz sizden üstünüz bir kere. Bunu kabullenememiş yaratıklarsınız. Gerçi ben sizi atsam dışarı, karnınızı doyurabilecek vahşiliğinizi hala koruyorsunuz.
     Çok yumuşaksınız ayrıca, zayıf da. Yumuşaklar benim hoşuma gitmez. Bir kere size dokununca elimde değil tüm vücudumda değişik bir irkilme oluyor. Ay ne oluyor diyorum, içim kalkıyor, tüylerim diken diken oluyor.
      Ve en önemli konuya gelelim. Nankörsünüz siz. Biz kimiz bilmezsiniz. Umursamazsınız da zaten. Bir yemek yerken yüzümüze bakar, sürtünürsünüz iğrenç iğrenç. Yapmacık sevgi gösterileri işte. Sonra “Gel kızım!” “Gel oğlum!” gibi seslenişleri takmaz, kendi cool aleminizde takılırsınız. İşiniz oldu mu gelirsiniz yanımıza.
        Siz öyle bir şeysiniz ki sanki o kısık gözlerinizle baktığınızda içimde sakladığım bütün sırları bilirmiş gibi bir havaya bürünüyorsunuz. Neler gördüm ben der gibi demiştim ya. Aynen öylesiniz. Sanki içimizi okuyan yaratıklar! Hiç beklemediğimiz bir anda, o kadar sakin ve dinkinken sakin yolumuzda yürürken bir anda önümüze çıkan pislikler! Sizi sevmiyorum evet evet bu yüzden sevemem. Hiç sevemem hem de. Belki de size olan bu sevgi duygusuyla ben doğmadım, bunun yerini iğrenme tahammülsüzlük aldı.
        Bıktım rüyalarıma girmenizden. Devamlı üzerime atlayıp en güzel rüyalarımı zehir etmenizden. Haftalarca veya aylarca sizi görmekten bıktım. Rüya yorumlarımın zorluk ve güçlük getirmesinden bıktım. Sizi sevmiyorum anladınız mı artık! Karşılıklı sevişmiyoruz işte. Defolup gidin hayatımdan.
       Tek sevindiğim alerjimde kedi tüyüne olan alerjim bu arada. O yüzden sağlığım içinde çekip gitmelisiniz.

       Ne satanistim, ne hayvan düşmanıyım, ne psikopatım ama sizi hiç sevmiyorum. Sev-mi-yo-rum. Sevmek zorunda da hissetmiyorum kendimi. Evet kediler size sesleniyorum! Beni rahat bırakın!

16 Kasım 2010 Salı

Kızıl

Eskiden severdi onu. Çok severdi. Çok acı çektiğini bilirdi çok üzüldüğünü. Kıyamazdı ona. Canıydı işte. Hem güldüğü hem de sıkıldığıydı. Yanında isteyip de uzak tuttuğuydu. Ama aşktı o aşığıydı. Sevgilisiydi biriciğiydi. Onunla ne çok gülmüştü, ne çok ağlatmıştı ama sonra sarılmıştı sonsuz sevgisiyle sarılmıştı. Güldürmüştü yine, kendi uydurduğu isimleri kulağına söylemişti çırılçıplak. Gözleri yaşlı güldürürdü onu. O da içten gülerdi onunla. Arada ona ihtiyacı olmadığını hissederdi ama bir gün biteceğini düşününce bile onsuz yapamayacağını bilirdi. Onu çok sevdiğini bilirdi. Biraz sıkardı onu minik kız. Çok sorun yapar büyütürdü. Onu da üzdüğünü ilişkisini sıktığını da bilirdi ama ne yapabilirdi ki o canıydı ve onu hiçbir zaman kaybetmek istemiyordu. Hep yanında olmasını istiyordu. Hala da öyleydi hala da yanındaydı ama geçen yıllardan sonra gözlerinde pırıltı kalmamıştı yakışıklı adamın. Evet, sıkılmıştı ondan bu küçük kızdan. Minicik bedeninden, minik ellerinden, yaşlı minik gözlerinden, yatağında uyuyuşundan, uzun kızıl saçlarından, ağlamalarından, karışmalarından, üzülmesini istemiyordu. Ama artık ipek saçlarını okşamak, yumuşacık saçlarından öpmek, onu güzel gecelerden sonra kollarında uykuya uğurlamaktan da sıkılmıştı. Artık güçlü kalbi bu küçük beden için atmıyor ondan uzaklaşıyordu. Hâlbuki minik kalp sadece onun için atıyordu, onun gözleriyle yaşıyordu.
Minik kız gün geçtikçe bu soğukluktan üşüyordu. Kalbini bu dondurucu soğuğa rağmen sıcak tutmaya çalışıyordu. İçindeki aşkı korumak istiyordu. Zarar görmemeliydi o çünkü o korunmasız ve çok âşıktı. Ne olursa olsun ona aşkla bakıyordu. Vurgundu ona onsuz yapamıyordu işte. Güvenmek istiyordu, onu kaç defa bırakmasına rağmen güvenmek kendini ona adamak istiyordu.
Dayanmak istiyordu işte. Onunda kalbinde aşkını canlandırabilirdi. Buna inanmak istiyordu. Bunu denerken çok yoruluyordu. Eğer kendine dönerse her şeye değmiş olacaktı. Gözlerindeki sönmüş, donmuş bakışları gördükçe kalbine hançerler giriyor, aşkına zarar veriyordu. Bağırmak istiyordu, çığlıklar atmak. Neden neden diye ağlamak istiyordu. Neden sevmiyorsun ? neden dokunmuyorsun bana? Ne değişti bunca yıldan sonra? Yapamıyordu ama bütün suç ondaydı. Onu çok sıkmıştı, onu değiştirmeye çalışmıştı. Bunu hak ediyordu. Bu üzüntüyü içinde hak ediyordu.
Gece yine aynı yatağa girdi onunla. Diğer tarafa döndü yakışıklı adam. Kendine çekti, öpmek istedi o ince dudaklarından. Kafasını çevirdi, istemedi onu. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü burnunun üstünden kayarak yatağa aktı. “son kez sevişelim” dedi. Son kez dokun bana sonsuzluğu hissedeyim bedeninde. Erkeğinde süzüldü gözyaşları yatağa. Yakınlaştı ona, sarıldı, öptü boynundan. Kokusunu içine çekti. Yapamam dedi. Belli ki hiç sevmiyordu, sevmek dışında istemiyordu da bu bedeni. Yataktan kalkmaya hazırlanırken gözyaşlarını silerken minik eller tuttu onu. “Gitme” dedi. “Yarın olmayacağım burada, son kez sarıl bana.” Bunu kıramadı yakışıklı adam. Minik kız girdi koynuna, ağladı, öptü ve uyuyakaldı sonra.
Sabaha karşı uyandı bavulunu toplamak için. İlaçlarını alması lazımdı. Bavulumu sonra da hazırlarım dedi nasıl olsa gidecekti. İlacını aldı 1 tamın yarısını kırdı her zaman ki gibi. Durdu, düşündü. Gitmeliydi ondan çok uzaklara. Hepsini aldı ilaçlarının, onsuz yaşayamazdı zaten. Yaptığı doğruydu. Bu ilaçların 2 tanesi bile komadan çıkamamasına sebep olabilirdi. Hepsini aldı, 8 tane. Yattı sevgilisinin yanına. Koynuna girdi yine. Mırıldandı yakışıklı adam, iyi misin diye. Çıplak bedeniyle yanaştı ona onaylar gibi. Erkek saçlarından öptü, daha sıkı sarıldı.
Kalbindeki acıyı hissedebiliyordu kızıl saçlı minik kız. Bir şey yapamıyordu ondan uzakta olacaktı artık. Adamın istediği olacaktı işte. Son hatırladığı da sıcak bir beden olacaktı. Çırpınıyordu içinde. Ama yine de bu acı adamın onda yaşattığı acıya erişemiyordu, gözlerindeki soğukluğa, onu istemeyişine.
Uyandı yakışıklı adam. Sevgilisini uyandırmaktı ilk işi. Kocaman bir öpücük kondurdu saçlarına. Bedeni soğuktu miniğinin. Çıplak uyumuştu yine ondan olmalıydı. Daha sıkı sarıldı ona ısıtmak için. “sevgilim” diye mırıldandı kulağına. Öptü pamuk omuzlarından. Tepki vermedi miniği. Dün geceden yorgun olduğunu düşündü. Onun kızıl saçları kadar güzel ve sıcak bir gece olmuştu. Kızılının dediği gibi  “ateşli” böyle tepkilerine mırıldanması, uyanmak istememesi gerekirdi kızılının. Hiç tepki vermedi. Dünden yorgun olduğunu düşündü. Kendine çevirdi onu ve solmuş dudaklarını gördü. Gülen yüzü birden gerilmişti. Ne yapacağını bilemedi. Sarstı sarstı. Ağlamaya başladı. Bağırıyordu artık. Kızılım her şeyim çığlıkları yükseliyordu yataktan. Yatağın yanında duran komidinde boş ilaç kutusunu fark etti. Gözlerinden kızılının davranışları geçti. Ona soğuk davranması, hiç bırakmak istememesi, hep sarılması öpmesi. Bu süreçte hep yanında olmuştu onun. Doktora birlikte gitmişler. Birlikte ağlamışlardı çok üzüldüğü zaman, hep onu mutlu etmeye çalışmıştı. Atlatacaklarına inanıyordu ama atlatamamışlardı işte. Doktoru hep ondan dert yakındığını, istemediğini sandığını söylüyordu. Hâlbuki yakışıklı adam daha sıkı sarılmıştı ona. Hiç bırakmayacak gibi.Dün endişelenmişti onun için. Neden yine başında beklememişti ki sabaha kadar. Koynunda güvende sanmıştı, koynunda ölmüştü kızılı.
Kızıl minik kızın yüzü donuktu fakat gülümsüyordu. Dün gece mutluluktan sonsuzluğa ulaştığı gibi şimdi de gerçek sonsuzluğa ulaşmıştı sevdiğinin kollarında.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Savunma


Evet, çok konuşuyorum. Evet, hiç durmuyorum. Evet, üstüne geliyorum. Evet, ben buyum. Sorunlu bir kişilik. Problemli. Bu benim işte. Dır dır dır konuşan bir ben. Kafandaki tahtaları kemiren kurt gibiyim. Sonunda seni deli eden. Tahtaları eksik bir şekilde bırakan. Evet, aynen böyle olumsuz etkileyen biriyim ben. Çok konuşan, boş konuşan kafanın içinde. Haklı haksız yanım var, bana göre haklı olan. Ama yapacak neyimiz var? Benim neyim var? Değiştirebilirim kendimi belki. Ama bu, sen yardımcı olunca olmaz mı? Gevezeliğim sen de konuşursan dolu laflara dönüşmez mi? Sorunlarım paylaşırsam çözülebilecek sorular olmaz mı ortada? Ne için bu kadar üzüntü, ne için bu kadar gözyaşı, ne için bu kadar kavga, gürültü… bunları deyip sonra bunu anlamayışım her seferinde başa sarmam ne için? Hayatın bir cilvesi. Sana yapılan bir cilve. Güzelin yanında kötü yanları, gülün dikenleri gibi.

11 Kasım 2010 Perşembe

Yalnız

Yalnızlık bedenime işlemiş, şimdi de ruhumu ele geçirmeye çalışıyor. Hep böyle miydim yoksa olanlar mı beni bu duruma getirdi bilmiyorum. Galiba hep biraz insanlara uzak hissettim kendimi. Yakınımı bir türlü bulamadım. Eşimi bulamadım. Hep buldum zannettim bağlandım ama her zaman olmadığını anladım. Belki de şimdi bir çelişkiye düşüyorum yine. Bu yüzden yalnız olduğumu hissediyorum, hayatta yalnız olduğumu yine.. ne yaparsam kendime yapacağımı. Evet bu her açıdan doğru bir söz. Ne yaparsan kendine! Başkası, başkaları? Onlar ne yaptılar senin için? Bir dur ve düşün bunları. Belki de ben hep bunları düşündüğüm için yalnızım şuan. Çıkarcı bir insan değilim kesinlikle maneviyata önem veren biriyim ama hayat ve karşılaştıklarım bunu düşünmeye zorluyor beni. Ne kadar yalnız değilim ki hayatta? Her yerde yalnızım. Yazılarımda karakterlerim var, hepsi benim, hem de hepsi benim. Hepsi zihnimin derinliklerinden, kafamın içindeki hikayeler. Yazdıklarımda da başkası var mı? Hayır ben varım. Çok “benci” bir insan mıyım yoksa. Diğerlerinden bu yüzden mi uzağım, kendimi bu yüzden mi soyutluyorum. Yalnızlığım bu yüzden. Hayatta zaten elle tutulabilecek ne var ki? Neyimiz var? Neyim var? Kalbim, kalemim, sevdiklerim. Benim sevdiklerim. Acaba onlarda beni seviyorlar mı? Bunu hiç düşünür müsün? Karşındakinde nesindir diye, onun kalbinde yerin neresidir? Bunu çok düşünüyorum galiba. Bu yüzden çok bağlanıp çabuk soğuyorum ya da çok üzülüyorum. Üzüldükten sonra da değer mi diyorum kendi kendime değdi mi şimdi yani? Üzülmene değdi mi? Ne kazandın belki bir süreliğine mutluluk ama sonrasında kalbinde sonsuza kadar var olacak kocaman bir delik. Bunları hatırladıkça kendine kızacağın bir hayat. Hiçbir zaman hayatımı elimde tutamadım. Yönlendiremedim, belki bunların hepsi yönlendirmedir ama hiçbir zaman kendimi düşünemedim. İşte bu yüzden yalnızım ben. Gelecekle ilgili de yapabileceğim hiçbir şey yok. Ben bir noktayım işte bu koca dünyada. Milyarlarca var olmuş yaşamış sonrada ölmüş insan gibi. Yalnız bir nokta. Var olmayan yaşayan sonra da ölecek bir nokta.