10 Temmuz 2011 Pazar

İç ki

Beynimin içindeki nöronlar o kadar karışmış ki birbirine ne yapmak istediğimi, ne yaptığımı, ne yapacağımı bilmiyorum. Tek istediğim huzur… Huzur ama o huzuru nasıl yakalayacağımı da bilmiyorum. Mutsuzum evet. Mutlu gözüksem de mutsuzum. Benim karakterim bu. Hep bir eksiklik, üzgünlük yaşıyorum. Huzura kavuşsam da huzursuz olurum ben eminim.
Düşünüyorum da her zaman böyle miydim? Galiba veya hayır. Ne yapacağım ben? Ne? Bunu sormaktan bile kaçıyorum bazen. Kaçmayı bırak sormuyorum.
Her ne yaparsam yapayım ben sıkılıyorum. Ruh halim belki böyle. Her an suratım asık ve memnuniyetsizim. Benim için hayatta hep “I giorni” çalıyor. Tam doruk noktasına gelmişken tuşların bir anda her şey düşüyor. Hüzünlü halini alıyor hayat. Bitti diye beklerken aslında bitmiyor hep devam ediyor benim elimde olmadan. İnişli çıkışlı. Hep aynı duyguyla. Gülüşlerim gözyaşlarım hep birlikte.
Çünkü ben buyum; belki de bu yüzden piyano çalmak istiyorumdur. O hüznümü kontrol etmek için. Hayatımı kontrol etmek için. Benim elimde olmadan olaylar gelişmesin diye, ben gözyaşlarım içinde sigarayı elime almayayım diye. Ya da her içtiğimde ağlamaya başlamayayım diye.
Hayat benim ol istiyorum artık. Artık sana sımsıkı sarılmak istiyorum kendi hayatımmış gibi. Kendi hayatımı sahiplenmek istiyorum. Olayların beni etkilemesine izin vermemek istiyorum. Üzülmemek istiyorum. Hayatın bana toz pembe gelmesini istiyorum.
Toz pembe bir hayat içinde elimden geleni yapıyorum. Belli amaçlarım var şuan gerçekleşmese de. Şuan o amaçlarım için çalışmasam da. Şuan içiyorum, her an içiyorum sabah akşam. Rahatlamak için, içimdeki huzura ulaşmak için. Yalnız kalabilmek için, kendim olabilmek için. Yalnızlıktan korktuğum için. Sana sarılmak için, sensizlikten korktuğum için.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Vamos !






Barcelona Barcelona bebeğim. Bir buçuktan az buçuk daha fazla olan şehir nüfusu tarih ve eğlence şehri olarak geçiyor. Çoğunluğunda Katalanlar  yer alıyormuş. Katalanların başkenti  dersek daha doğru bir bilgi olur. Katalunya özerk bölgesi*  Ne kadar bu mükemmel şehre 2 saat uzaklıktaki bir kamp ormanına gidecek olsak da eminim o mükemmel Akdeniz kokan şehri gezdirirler.
Biraz araştırma yapıyorum, bilgi çalıyorum ama bunu yapmadan da olmaz. Şehrin simgesi olan Sagrada Familia kilisesi olan göz bebeği kilisemiz 1882de yapımı başlamış hala bitmemiş. Tabiri caizse “bitmeyen kilise” olarak da adlandırılıyormuş. Mimarlarının ömrü yetmemiş, ruhları şad olsun. Güzeller güzeli İstanbulumuzla 1985 yılında kardeşmiş ve aynı istanbuldaki gibi istiklal caddemsi çok önemli bir caddesi varmış. Bütün eğlenceler, müzeler, barlar, cafeler buradaymış. Las Ramblas Caddesi* Şehrimiz gayet yeşil ve mavinin adeta sevişme noktası. Modernliği unutmayalım. Şehir, şehir düzenlemesi sistemiyle kurulmuş, muhteşem ormanlara ve şehrin adına sahip önemli mi önemli Barcelona Limanına sahip. Görülesi yerlerden. Gelişmiş metro sistemine de sahip.
Yemekleri bizimkilerle benzer ne de olsa Akdeniz değil mi? Onlarda can onlarda kan. Yemekler zeytinyağlıymış çokta severim. Ağırda değilmiş bu arada. Balıklarını yemeden gitmememiz gerekirmiş.
Gelelim insanlarına. Benim görme fırsatım olmadı fakat benim biriciklerim Orkun Kırça ve Ender Besler canlarım ön hazırlıkta tanışma fırsatı buldular. Şehirde gördükleri sıcaklıkla Barcelona ya aşık olan çift hayatlarında gördükleri en güzel şehir olarak nitelendiriyorlar. Motel ararken takım elbiseli bir adam toplantıya yetişmesi gerekirken onlara yardımcı olmuş ve motellerin olduğu sokağa 5 dkda götürüvermiş. Yani burdan çok cana yakın ve sıcak insanlar olduğunu anlıyoruz. Akdenizin etkisi var tabiki burada. İnsanları hakkında bilgi verirken şunu belirtmeden geçemeyeceğim. İspanya İspanyol erkekleri ile meşhurdur bunu biliyoruz. Yakışıklı bir şehrin yakışıklıları olur tabi ki. Kumral güzellerinin olduğu bir şehre gidiyorum işe bak ve hepsi kaslı. Göbeklilerini saymıyorum onlar kaideyi bozmaz şekerim. İngilizceleri bizim gibiymiş zorluk çekmeyeceğimi düşünüyorum inşallah.
Hayalim olan şehre gidiyorum galiba. Hem sıcak hem kaslı erkekler. Ayrıca 2 günde benim hayalimi yaşayan bu 2 insanı da çok kıskanıyorum. Orada oldukları süre boyunca eşcinseller festivali ve TİESTO konserine katılmışlar. Hem de 800.000 kişinin katıldığı. Sıfırları koymakta zorluk yaşadım o kadar.
Oraya gitmeyi dört gözle bekliyorum. Oraya gidip Flamenko dansı öğrenmek için sabırsızlanıyorum.
Adios… Hasta la Vista baby J

15 Haziran 2011 Çarşamba

Başkaldırı (küfür içerir.)

merhaba bugün yazım yanlışlarıma dikkat etmeyeceğim affola. ergenliği mi yaşıyorum yoksa başkalarına mı yaşatıyorum bilmiyorum. fakat çevremdeki herkesle ama herkesle kavgalıyım. ailemden tut arkadaşlarıma kadar. ailemle tartışmamın sebebi bilirsiniz işte her zaman ki şeyler. annem kendisine benim beğendiğim şeyi alır bağırışmalar gürültüler. babam faturaları gösterir falan. arkadaşlarımla kavgalıyım. çünkü bazı orospu çocukları beni rahatsız ediyor. birine inanmayıp ona adam gibi adamsın demiştim fakat gördük götlüğünü. sorun olan kısım onun götlük yapması değil zaten beklenen bir şeydi bu. fakat bunu da yakın arkadaşlarımla planlaması pardon pardon benim yakın deyip onların olmadığı. hiç dinlemediğim hakaretler dinledim. yalancısın sen iki yüzlü falan filan bizim yüzümüze nasıl bakıcaksın.. oha diyorum yok artık gerçekten. insanın sinirini çok kötü bozuyorlar. ya ben bunlara takıp gece rüyamda görmek zorundamıyım.! bu ara çok ergen muhabbetleriyle uğraştım ya ve yaşları 17 25 yaş arası. yahu sen çıkmıssın artık ergenlikten kendine çekidüzen versene. neden hala orta okul muhabbetleriyle uğraşır ki insan

9 Haziran 2011 Perşembe

Gülce Ertopuz'a İthafen

Doğum günümün üzerinden 5 gün geçmesine rağmen bugün kutlayabildim. Annemin yaptığı müthiş tramisu eşliğinde güldük, eğlendik, dedikodu yaptık. Az insan çağırdım, annem çok çok insanı sevmez temizlik açısından yani bende sevmem aslında.. 

Doğum gününün asıl olayı aldığım mükemmel hediye oldu. Hayatımdaki en mükemmel hediye oldu diyebilirim. Abartmıyorum, sevinçten ağlayacaktım az kaldı. Arkadaşımın ablası -yakın arkadaşımın- bana mükemmel bir şey armağan etti. Bir şey diyemem hakaret olur. Harika bir sanat eseri. Torunlarıma bırakacağım yani o kadar değerli. Benim bir fotoğrafımın mürekkep çalışması.. Bayıldım bayıldım, dirildim yine bayıldım. 

Bunu hayatım boyunca unutmayacağım, bu hediyeyi ve Gülce Ertopuz'u. Ece Sim Ertopuz, Gülce Ertopuz ve ERTOPUZ AİLESİni çok seviyorum. Mükemmel insanlar. İyi ki varsınız. Hayatta hep iyilik ve mutluluk sizinle olsun.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Hayalperest

Gel, birlikte seyahate çıkalım bu yaz. Çok uzaklara gidelim. Gülelim sadece. Neden diye sorma işte. Nereye diye de sorma. Paramızın yettiği yere. Tamam, bazı bazı kambur üstü yerlere. Kimi kimi de eski bar sokaklarına. Ne önemi var. Gel dedim ya benimle.
Elimden tutma razıyım. Gözlerindeki gülüşü göreyim yeter. Yanında olayım. Aşık olayım sana tekrar tekrar.
Sen olma, ne çıkar.  Bilmeyiver sevgimi, bilmeyi ver bakışlarımdaki manayı. Bilmemezliğe gel ya da. Gözlerimin derinliklerinde kendini görüp gülümse sadece. Gülüşün var ya o yeter bana.
Seninle dinleyeyim şarkıları. O beğendiğin şarkıları dinlet bana. Şarkılara seninle anlam yükleyeyim. Ellerimiz yanlışlıkla da olsa birbirine değdimi yanayım, gözlerimdeki alevi gör. Ya da görmeyiver ne olmuş yani.
Seninle içeyim dünyanın en güzel şaraplarını. Sana olan aşkım şaraba olan aşka dönüşsün. Seninle şarabı sevişimi gör, hisset. Ya da hissetmeyiver ne olmuş.
Seni karalayayım kağıtlara, çizeyim yazayım. Her seferinde gülümse. Biraz komik çizerim, birazda abartı katarım kalemime. Hepsi sen gül diye. Yanımda kal diye. Bunları farketmesende benimle kal diye..

18 Nisan 2011 Pazartesi

Yolundan çıkan deneme; Aşk



Aşk bir okyanus. Benim korktuğum cinsten. Derin, dibi görünmeyen; dibinde binlerce iğrençlik, kabalık, insandışılık olan okyanus. Ya da bir dağcı işi aşk, benim cesaret edemediğimden. Parmaklarımı donduran soğuk aşk, çığ altında bırakan karlar altında kalan kalbin. Bu yüzden okyanus belgesellerini veya dağcılık hakkındaki programların tamamını izleyemem. Belgesellerin sonu gelmez, insanın canı sıkılır zaten, aynı aşk gibi.
Aşk acımasız. Bencil! Bencil aynen egoizmin temellerini atan filozoflar kadar bencil. Öğrencilere bu kadar acımadan. Aşk kalpte kalsaydı ne güzel olurdu değil mi? Ya da başka bir yerimizde, söküp atması kolay olan.
Beyinde olmamalı kesinlikle! İnsanın düşünme gücünü ele geçirmemeli. İnsan nedir ki düşünce olmadan. Bir tavşandan farksız? Veya su aygırından? Seven insan kalbinin yanında beynini de vermemeli. Kalbiyle sevip beyniyle yönetebilmeli, mantıklıyı düşünebilmeli. Tahammül etmeli kimi zaman fakat yeri geldi mi de “yeter artık” demeyi bilmeli.
Aşk bir şarapçının ağzından çıkan küfür kadar basit değil. Evet aşk basit değil. Küfür hiç değil. Doğru olanı bilmek aşk. Küfür dolu ağızlarımızda aşk sözcüğünü bir kenara ayırabilmek. Mutluluk, mutluluğu paylaşmak bazen en güzel sözlerle.
Yalan hiç değil aşk. Korkusuzca, sonunu düşünmeden söylenmiş bir yalan asla değil.
Aşk tamamen aptal işi. Aptallık! Saçmalık! İnsanın içini kemiren kurtçuk! Bencil olan insan neden aşık olsun ki! Bencilliği azalsın, başkasını düşünsün diye mi? Neden!?
İnsanın içinde allem edip kallem edip yine çıkmıyor mu bencilliği. Kendimizi hiç mi düşünmüyoruz. Hepimiz melek miyiz! Yapmayın tanrı aşkına.
Aşkta bir taraf aptal bir taraf bencil sadece..

11 Mart 2011 Cuma

Bağlılık

Seni kaybetmek, kendimi kaybetmek benim için. Bir an durmak, kaybettiğini düşünmek ve o çevrende sen olmadan öncede milyarlarca yıldır dönen dünyanın bir anda durması. Evet, bu durdurur dünyayı. Seni kaybetmek durdurur. Senden gitmek durdurur. Beni hayata döndüren melek kadınım olamamak durdurur. Geleceği düşünememek, o kalbini eskiden attığının katlarca katı attıramamak durdurur. Bana bir kere güldüğünü görememek durdurur, bir daha hiç görememek. İçinde kin beslemen, sevmemen durdurur. Senden her dilde “seni seviyorum” u duyamamak durdurur. Şansımın olmaması, çaresiz kalmam, karşında cevap verememem durdurur. Ayrılığın olmayacağı, heyecanlı ve sıcak bir geleceğin olmayacağı durdurur. Ya da buna şans vermeden gitmek durdurur beni. Ellerimi bağlar, kelepçeler işte. Senin mahkumun yapar beni. Özgürken bir o kadar sana mahkum olmayı yeğlerim. Bağlanırım sana, sen olmasan da gözlerinde suçlu olsam da müebbet hapisim ben sana. Gözlerinde müebbet olmamak, idamdan dönmüş bir mahkum olmak asıl öldürür beni. Doya doya gözlerine bakamamam ya da o gözlerde görünmemem öldürür.
İçimdeki sen aynı sen işte. Çok tanıyamadığım ama aşık olduğum sen.Biraz bambaşka gördüğüm biraz da şüphe ettiğim sensin. Beni üzer mi dediğim ama elimden tutarsa asla üzmez dediğim sen. Ben ise o kadar korkağım ki sevginden korkuyorum bazen. Sevgin beni yok edebilir çünkü. Bir anda nefrete dönüşür ve bütün mektuplarımızı yakar, bütün yaşanmışlıkları yakar. Ve yaşayamadıklarımızı da tabi. O zaman melek kadın değil şeytan kadın olmaktan korkarım teninin tiryakisi değil ona dokunamamak korkutur beni. Güçsüzüm ki o kadar güçsüzüm ki. Martılardan daha güçsüzüm. Onlara benziyorum ama daha da güçsüz. Ben hiç sen vapurdayken yanından uçamadım. Yaklaşamadım şehrinde sana. Seni izlerken o serin boğazın sularına dalamadım. Tek benzerliğim onlar gibi güçsüz olmam daha da güçsüz. Benimde onların güçsüz bacakları gibi kalbim var. Bir yerde durabilmek için peltelenen ama ustalıkla duran. Senin sevginde böyle kalbimde. Melek adam bu diyorum o kadar güçlü ki içimde. Ama uçamıyorum yanında. Kalbim yanında atamıyor, hiç atmadığı kadar atar eminim kalbim senin yanında. Hiç utanmadığım kadar utanır, hiç kızarmadığım kadar kızarırım. Hiç kimseyi istemediğim kadar isterim seni. Hiçbir şeyden korkmadığım kadar korkarım sevgimden. Ama tek farkım o martı yanında, ben değil. 

TABLO: 

Istvan Sandorfi

27 Şubat 2011 Pazar

Sosyal Ağ 1

Merhaba,






Şu Fabebook, Twitter, Blogger, Fromspring, Myspace derken de derken zamanımız nasıl geçiyor.. Bir sıkıntım var bu konuda evet. Aslında karşı değilim fakat durum biraz bizim kontrolümüzden çıkıyormuş gibi geliyor. Bu onun bunun komplosudur demiyorum tamamen bizim hatamız.
Ben sıkıldım gerçekten çok sıkıldım. Hatta çok çok. Ben her şeyi geceleri saatlerce düşünen hastalıklı ruhlu biri olarak bunuda düşündüm evet. Facebook bir derece saçma gelmiyor. Eski arkadaşlarımızı bulup sohbet ediyoruz falan filan.. Ben mesela 2. Sınıf arkadaşımı buldum taa Kocaeli’den. Gerçi 2. Sınıf arkadaşınla konuşacaksında ne olacak, o da doğru.
Gelelim benim sıkıldığım duruma. Facebook ve Twitter alemi tamamıyla bir gösteriş yeri.
Facebook tamamen bir rezillik. Yok şunu çekeyim, şunu “profil” yapayım, şu durumuna şunu yazmış. Profil yapman ne demek? Beni facebooktan ekle ne demek? Statüsüne şunu yazmış ? bu da çok moda oldu status.. Arkadaşlıklar tamamiyle sahte zaten. Seni eğer tanımadığın biri ekleyip durmadan fotoğraflarını beğeniyorsa bil ki birkaç gün sonra sana “benim fotoğraflarımı beğenir misin?” diye bir soru gelir ya da karşı cinsten biriyse “hangi okuldasın, çok güzelsin…” bu konuşmanın sonu senden hoşlanıyoruma kadar gider. Bir kere yalandır yahu bunlar. O kadar sinirleniyorum ki. Komik bir söz var;  hiç kimse kimlikteki fotoğrafı kadar çirkin değil, facebooktaki fotoğrafı kadar güzel değildir. Beni hem güldürür hemde haklı bulurum.

Şimdi de sıra Twitter’da. Twitter daha rezillik bir yer. Aşağılayacak sözcük bulamıyorum. Neymiş ? 140 karakterle yaptığın, bulunduğun, düşündüğün durumu anlatacakmışsın. Gerçekten herkes atarlı. Atarlı da yeni bir terim oldu. Bir üst nesilimizin bilmediği ; atarlı ve giderli. Herkes birbirine atarlı ve giderli. Herkes birbirine laf sokma çabasında. İlişkiler vıcık vıcık. Onlara da bir sonra ki yazımda değineceğim gerçi.
Mıc mıc mıc ilişkiler. “benim bitanem canım cicim” bunlar hafif kalır yeni terimlerde gelişti. “cancon canıms ve birbirine bir o kadar saçma terimler” bunlar vıcık vıcık ilişkilerin görünen yüzü ve çok belli oluyor. Aslında hepsi birbirinin arkasından iş çeviren fesat insanlar. Bir şey olsun küser sonra tin tin tin giden insanlar. Arkadaşlık sınır. Kim havalı ise onunla takılma çabasında herkes. Facebookta öyle bir alem işte bunun sonucu bir yer.
Ben sanki twitter da her yaptığımı yazsam ne olacak! Allahım onlara ne! Ben şu anda şunu yapıyorum. Evet bir gün sinirlenip “ben şuan tuvaletteyim” yazacağım. Yahu ben senin yaptığın her b*ku bilmek zorunda mıyım!
Neyse hadi sonuçta hepimiz bu sosyal ağ içerisindeyiz. Yapacak bir şey yok. Direnemiyorum ve teslim oluyorum. Ağınızla bağlayın beni, sarın, çevreleyin, tatmin edin.
Öpüyorum. Followlayın beni ;)

18 Şubat 2011 Cuma

Bir Taşla İki Kuşluk Adam

Üzerine battaniyesini almış ona göre güzel olan bu kış gününde evinde yalnızlığını yaşıyordu. Bir elinde playstation kumandası diğer elinde de kahvesi vardı. Kahvesini koyacak yer aradı dağınık sehpa üzerinde. Evi eskiye göre moderndi. Aslında eskiye bağlıydı fakat günümüzün çağınada olağanüstü ayak uyduruyordu. Modern bir evdi burası, sadece bir köşesi eski kalmış, oyun konsulları, dvd oynatıcılar… Tabiki bunlar onu daktilosundan, piyanosundan veya eski eşyalarından, çerçevelerinden, şapkalarından alıkoyamamıştı.
Açtı en sevdiği oyununu “Metal gear solid 4”. Eski olmasına rağmen hala çok sevdiği ps2 oyunuydu bu. Hiç bıkmadan bunu oynardı, tabi yenilerinide takip ederdi. Dağılmıştı salonu birkaç gündür bakmamıştı bu odanın yüzüne. Piyanosu, bilgisayarı, oyun konsulları ona küsmüştü.  Biraz gönüllerini alayım diye kavradı kumandayı. Stres attı uzun bir süre..
Bir iki saat sonra sıkıldı. Öğleden sonrayı geçiyordu artık zaman. Tek kahve kesmezdi onu. Hem ortalığı toplasın hem de bir şeyler karalasın diye kahvaltısından taviz verdi. Gelişi yüzel aldı sehpadaki kağıtları, düzgünce daktilonun yanına koydu. Çok zor alışmıştı bu eski alete. Nede olsa F klavyeydi, tamamiyle eskiydi. Bilgisayarda da yazardı. Ama daktilo bir farklıydı. Bunun önünde hem kendini tatmin eder, egosunu arttırır hemde tuş sesleriyle üretkenliğine üretkenlik katardı.
Bir yandan bilgisayarını açtı sonra kendini daktilonun önüne attı. Daktilonun yanında duran eskitme yapraklı teknolojiden arınmış takvimine baktı. 14 Şubat … Sevgililer günü.
Klişelere uyup sevgililer hakkında bir şeyler mi karalasaydı yoksa bunların aksine bir sinema filmi eleştirisi mi yazsaydı ya da bir oyun. Karar veremedi sonra bir arkadaşından aptalca başlayan bir mesaj aldı. “Barışcım öncelikle mevlit kandilin, sevgililer günün ve dünya öykü gününü kutlarım. Ahh az kalsın unutuyordum! Doğum günün kutlu olsun. İyi ki doğdun!! Adama bak sevgililer gününde doğmuş yahu!  Evet haklıydı, onun doğum günüydü bugün. Bunun hakkında bir şeyler karalamalıydı. Sonuçta kocaman adam,  her şey hakkında yazmayı biliyordu da kendisi hakkında mı yazamayacaktı.
Düşündü düşündü. Kendini öven şeyler yazdı. Harika piyano çalardı fakat notaları okuyamaz ezberlerdi. Ne var canım bu sadece onun sorunu değildi ki! Birkaç becerisi daha vardı mızıka çalmak gibi mesela. Güzel yazılar yazardı iyi betimlemelerle bunları destekler olağanüstü olaylar yaratırdı kendi dünyasında. Retro tavrı olsada entelektüeldi de. İyi yemek yapamazdı bu doğru, kardeşine karşıda pek iyi olduğu söylenemezdi. Fakat o yine de harikaydı işte. Yakışıklı, kibar, şık ve zekiydi. Bu zarifliğinden “kadın ruhlu” bile denirdi ona.
Birkaç satır yazdı fakat sonra kağıdı hızlıca çekip alıp gülmeye başladı. Ne yapıyorum ben! Kahkahalarla gülüyor ve ses sisteminden “La Noyee” şarkısını açmaya çalışıyordu. Biraz daha eğlenceden bir şey olmazdı. Belki de bu yazıyı ona başkası yazmalıydı..
Kendi kendine “İyi ki doğdun Barış” dedi. İyi ki doğdun arkadaşım J

11 Şubat 2011 Cuma

Boşluk

Bir şey diyemedim. Hiçbir şey diyemedim sana giderken. Belki de böylesi daha iyi diye senin için. Sonu olmayan bir boşluktaydık. Ne olduğunu ne olacağını bilemediğimiz bir karanlık. Kendimizi bilemedik. Kendimizi göremedik. Birbirimizi görmek istedik fakat göremedik. Çünkü karanlık olduğu kadar uzaktıkta birbirimize. Tanrı oyun oynuyordu bizimle, sen bir köşeye ben bir köşeye. Biz buluştuğumuzda dövüşürmüydük emin değilim fakat hiç buluşamadık. Karanlıktı diyorum ya… sadece sesimizi duyabildik. Kimi zamanda duyamadık bile boşlukta kayboldu sesler. Sen bir köşede kaldın ben bir köşede. Ve şimdide gittin. Hiçbir şey diyemedim. Dememi istedin biliyorum öyle gitmek istemediğini biliyorum. Belki çığlıklar attın sessiz. Bende öyle. Duyurmak istedim. Sarsmak istedim. O karanlığı yırtıp çıkmak. Aydınlığa kavuşmak. Senle veya sensiz. Senide götürmek istedim. Ama sen bensiz gittin. Suçlamayacağım seni. Suçlardım, ağlardım bağırırdım. Ama bunu yapmayacağım. Boğuluyorduk bir kuyu içerisinde. Sen çırpınıyordun bense kabullenmiştim ölümü. Değişen bir şey olmadı. Sen çabalarken öldün belki güneşi  görebildin. Bense kendi çığlıklarımda boğuldum. Artık ikimizde karanlıktayız gerçek bir karanlıkta. Rüyalarda…

28 Ocak 2011 Cuma

Ruh



Sevişmiş bedenim seninle. Çok yorgun, bitkin. Tenini özler her saniye, kokunu özler. Yorgun dedim ya bir yandan da kolunu kaldıramaz, şefkat ilgi ister. Gelemez sana açamaz kollarını. Bedenim sarhoş seninle. Ruhum sarhoş.
Ruhum senleşmiş. Zamanım senleşmiş. Tenim senleşmiş aşk. Kendi kokum gitmiş yerine senin kokun gelmiş.
Bana sarılmanı bekler güçsüz bedenim. Arkasını döner belki vücutlarımız ama sessiz çığlıklar atar bana sarıl diye. Dokunuşunla yaşar bedenim. Çok değer verir kalbim. Kimi zaman tapar, tapınır. Kutsal olursun her zaman, ruhum tenin olur. O zaman karşılık bekler. Sevgi bekler. Aynı şeyi değil belki ama bir minik öpücük, sonsuz sarış bekler. Kırılan kalbimin her tanesini birer parçasının onarımını bekler.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Güzelim lafını seviyorum. Var mı?


Ağlamayacaksın güzelim. Güzelim lafından ne kadar nefret ettiğini biliyorum. Ama şuan dönenlerden de nefret ediyorsun o zaman sorun değil. Güzelim olabilirsin. Onun güzeli değilsin. Sakin ol ve kafanı topla, neler döndüğünü düşün. Onun neler düşündüğünü düşün, senin neler düşündüğünü de. Bir türlü empati olmuyor değil mi? Oluyor ama olmuyor. Anlam verilmiyor, anlamsız bir şey bu. Yaptığı anlamsız. Sana haksızlık. Olsun ağlamak yok değil mi? Sen nelere ağladın buna da ağlarsan. O da nelere ağladı diyorsun değil mi? Seninle neler paylaştı. Gözyaşları bile aktı bazen. İkinizin de sel oldu aktı. Aynı şehirde aynı ülkede aynı odada aynı yatakta. Üzülme sen. Sen güçlü birisin. Ne kadar güçsüzüm desende güçlüsün işte. Onlara pabuç bırakmazsın. Umursama ne olacak. Ne halleri varsa görsünler. Onlar kendilerini bir şey sansın. Sadece bir şey. Sen ise tüm hayatınsın. Bir yanın ondan yana biliyorum. Kafanı dağıtmaya çalışan sensin. Gezip tozan. Onun ise kafasından bir şey gitti, bir şey boşu boşuna dönüp dolanmıyormuş artık kafasında. Daha iyi olmuş. İyi olsun hayırlısı. Sen sus ve önüne bak. Telefonunun ekranında yer alan kocaman “sus” yazısına uy. Ve olanlara gülmesini bil. Senden giden gider. Onun dünyası değilmişsin. Senin dünyanda dönmeye devam ediyor. Sonuçta dünya sen doğduğunda ya da o hayatına girdiğinde dönmeye başlamadı. Ohoo.. daha bunun gelecek senesi var sonrası var. Sen her zaman gülmeye devam et. Onun saniyelik gelişlerine aldırış etme sakın. Gidip de gelecek insan tam gelir. Adabıyla gelir. Görünüp gitmez. Yapamayan insan yapamaz yani. O ne demek öyle göz kırpıp gitmek, bir görüp gitmek. Sense telefonunu duymayınca mahcup olmamak için sonra neden duymadığını açıklayan salak, onun çok mu umurundasın? Seni mi düşünüyor sanıyorsun? Kafası rahat onun her zaman öyleydi. Bakma sen bunun böyle ara olduğuna. Tanımıyor musun onu sanki hiç? Onun arası hiç böyle olur mu? Onun arası olur mu? Sevginin arası olur mu? Dur ben seveyim ama ara vereyim dur biraz sevmeyeyim. Ne demek bu?  Seven insan çok sever, tam sever kaşarcım kalbinden sever. Aşkta böyle oyunlara yer var mı?

Bitiş

Tarih 18 Ocak 2011’i gösterir, saatte 18.44ü. Bir şey fark edilmez. O, senin sayılır. Sensiz yapılamayacağı sayılır fakat durum öyle olmaz. Mutsuz olunur. Bütün dilek yıldızları kaymadan yok oluyormuş gibi hisseder insan. Geceleri bulutsuzlaşır daha çok sislenir. Hep aynı dileği tutan birinin o dileği hiç hissetmemesi yaşamaması gibi acı vericidir aşk. Bir bakarsın o yoktur.
Başını koyarsın bir yere. Bir dost omzu, yalnızca bir yastık ya da sigara olur bazen bu. Her gece ona sarılarak uyuduğunu hissedersin ve o bitişle “bir daha olmayacak –lan-“ dersin. “ne oluyor? Neden?” dersin kendi kendine. Sevilmemişsindir. İyi ki varsındır, sensiz yapılamamıştır fakat olmamışsındır. Bu başına vurduğu an sarsılırsın. Bir damla yaş akar sağ gözünden. Bedenin üşür. O yoktur artık. Yoktur.
Gözyaşları sel olur ve onun için çoktan bitersin. Sen bitersin.
*Sarhoşluk bedenine işler.


10 Ocak 2011 Pazartesi

II Bar



Bu barın önünde otururken bedenimden uzaklaşıyorum, içkilerin arkasında yer alan aynadan bedenime bakıyor ruhum. Saçlarımda kıvrımlar, dalgalar. Şaraptan sonra net olmayan hayat, kim bilir kaçıncı? Kaçıncı net olmayan gecem bu. Sensiz ilki. Sana duyduğum aşktan beri ilki. Benim olmadan, benden gittiğinden beri ilki. Hep güldüğüm sarhoş halime şimdi nefretle bakıyor ruhum. Gerçek yüzünü görüyor herhalde. Sensiz olan yüzünü fark etti. Bu düşünceyi uzaklaştırmak için kadehimi uzatıyorum. Şarap mı diyor barmen, hayır anlamında başımı sallıyorum. “Daha sert bir şeyler olsun.” Bunu söylerken yanımda birinin oturduğunu fark etmiyorum. Hoş eller, benim ellerimle aynı hizaya geliyor. Sarhoş olan ruhum birinin bana baktığını sonra algılıyor. Bakıyorum, sensin. Öyle kalakalıyorum, konuşamıyorum. İçimdekileri boşaltamıyorum. Gözlerimden aşk fışkırıyor. Bir yandan da gözyaşı. Neyin gözyaşları bunlar.. Mutluluğun mu?
Güzel kadınım yanımda oturuyor. Bana bakıyor aşk dolu gözlerle. Ağlama diyen bakışları var. Hiçbir zaman kıyamaz bana. Bana kıyamaz fakat en çok o acıtır canımı. Hayatta en çok o acıtır. Ama o gece elimden tutuyor ve sana geldim diyor bana. Stresli olduğu gözlerinden belli birazda korkak. Korkak fakat aşık. Bende ise yılların verdiği rahatlama var. Sevdiğini elde etmenin vermiş olduğu mutluluk. Bu biraz başka. Bu hayat mutluluğum, gözlerimin içi parlıyor.
O eller korka korka tutuyor ellerimi. Çok hafifler, hiç yokmuş gibi. Sarsam kaybolacakmış gibi. Ama ben sarılmak, öpmek, koklamak istiyorum. Ömrümün sonuna kadar sarılmak öpmek. Bunu anlamış gibi, aklımdakileri okurmuş gibi muzipçe gülüyor. Bu her zamanki gülüşü. Hep gülen yüzü bana yine aşkla gülüyor.
Çekiyor beni oradan, çıkartıyor. Saniyelik geçişlerle çıkıyoruz o barlar sokağından.
Kırmızı bir elbise giymiş, kırmızı minik topuklu bir de babet. Çekiştiriyor beni olgun minik kızım. Kendimi motora binerken görüyorum. Biraz sarhoşum, şüphe diyorum. O, belime sarılmışken kendime değil de ona bir şey olur diye endişeli gözlerle ona bakıyorum. Yine anlar gibi gülümsüyor. Evet, beni anlıyorsun sen. Bir sorun olmaz der gibi başını omzuma gömüyorsun. Gülüşünü görmesem bile hissedebiliyorum. Benimle korkmuyorsun. Motoru çalıştırdığım gibi evin kapısına geliyoruz. Sen içeri çekiyorsun beni, çoktan açmışsın kapıyı beni içeri davet ediyorsun. Sarhoş ruhum algılamaya çalışırken dudakların çekiyor beni içeri. O kadar fazla ki çekim kuvveti, bir şey anlamama gerek kalmıyor. Bana bakan o siyah iri gözlerin… Tek gördüğüm o. Sen benimsin işte, bana geldin. Bana gülüyorsun. Saçların yatağımda. Teninin kokusu burnumda taze taze hem de. Her nefes alışımda sen. Tenin elimin altında, vücut hatlarında. O kadar yumuşaksın ki dokunurken korkuyorum. Çok zarifsin. Gözlerin kapalı daha narinsin. Daha minik, korunmaya muhtaç. Sevilmeye muhtaç. O yüzden daha sıkı sarıyorum çıplak bedenini. Sahipleniyorum seni. Tenim sıcak tutuyor seni, daha da yaklaşıyorsun. Biraz kımıldanıp sarılıyorsun. Yüzünde o endişe yok sabaha karşı, mutluluk var. Huzur var, ben varım. Biz varız.  Benim kollarımda sabaha karşı bir melek var.
 Susadığımı hissediyorum ve alıyorum bir yudum. Sert içki birden bire yüzüme dönmemi sağlıyor. Müzik kesiliyor birden bire derinleşiyor her şey. Barın kapısının çarpmasıyla irkiliyorum. Kırmızı elbiseli bir bayan sevgilisinin kollarında.

6 Ocak 2011 Perşembe

Serzeniş



Camel içmeye başlasam yoksa yeni tatlar mı arasam?
Saçlarımı uzatsam ya da yeniden boyatsam?
Kızıl mı olsa yoksa sarıya mı kaçsa?
Burberry Touch kullansam, renkli fularlar taksam?
Üstüme şık bir şeyler, altıma da en sporundan bir kot giyinsem?
Ayıcıklarımla uyuyup geceleri hiç korkmasam?
Yazdığım tüm yazılar dolma kalemden hasır kağıtlara olsa?
Aşklar Türk filmlerindekiler gibi olsa?
Hayat sevince güzel olsa?
Yeni yıla sarhoş girsem, tüm yılım öyle geçse?
Oyunculuğa atılıp birileri tarafından keşfedilsem?
İlkbahar gelse de papatyadan taç yapsam?
Alejandro’dan mesaj beklesem?
Yurt dışında mutlu mesut yaşasam?
Taksimde Orkun ile buluşsam?
Ailem bana güvense, bende onları her fırsatta övsem?
Kedilerden nefret etmesem?
Düşsem; dizlerim ve sol kolum kabuk bağlasa?
Kremalı bisküvilerin içindeki kremaları bana kalsa?
En iyi arkadaşlarım hep erkek olsa?
Denizde deniz yatakları üzerinde uyuyakalsam?
Topuklu ayakkabı giymeden de boyum uzun olsa?
Lady Gaga artık İstanbul’a gelse?
Sınavlarıma girmesem ama beş olsa?
Öğretmenler odasını  Ergen Mete gibi ateşe versem?
Ali Rama’ya “Birazdan ölümde buluşucaz Ali kaptan!” desem?
Herkes dumur olsa?
Telaffuz hataları yapsam?
Gök gürültüsünden korksam, her gece kabuslar görmesem?
Evde kutlanan doğum günlerine çağırılsam?
Serdar Ortaç bize alternatif rock yapsa?
Hep 17 yaşında kalsam, Teoman’ın 17 şarkısını kendime söylesem?
Alkollüyken şarkı söylesem, sesimi beğensem?
Hayatı sevebilsem?

Tüm bunları bir şeyleri değiştirmek için istesem? Sonra saçmaladığımı fark etsem?
Hayat akıp gitmese?