27 Şubat 2011 Pazar

Sosyal Ağ 1

Merhaba,






Şu Fabebook, Twitter, Blogger, Fromspring, Myspace derken de derken zamanımız nasıl geçiyor.. Bir sıkıntım var bu konuda evet. Aslında karşı değilim fakat durum biraz bizim kontrolümüzden çıkıyormuş gibi geliyor. Bu onun bunun komplosudur demiyorum tamamen bizim hatamız.
Ben sıkıldım gerçekten çok sıkıldım. Hatta çok çok. Ben her şeyi geceleri saatlerce düşünen hastalıklı ruhlu biri olarak bunuda düşündüm evet. Facebook bir derece saçma gelmiyor. Eski arkadaşlarımızı bulup sohbet ediyoruz falan filan.. Ben mesela 2. Sınıf arkadaşımı buldum taa Kocaeli’den. Gerçi 2. Sınıf arkadaşınla konuşacaksında ne olacak, o da doğru.
Gelelim benim sıkıldığım duruma. Facebook ve Twitter alemi tamamıyla bir gösteriş yeri.
Facebook tamamen bir rezillik. Yok şunu çekeyim, şunu “profil” yapayım, şu durumuna şunu yazmış. Profil yapman ne demek? Beni facebooktan ekle ne demek? Statüsüne şunu yazmış ? bu da çok moda oldu status.. Arkadaşlıklar tamamiyle sahte zaten. Seni eğer tanımadığın biri ekleyip durmadan fotoğraflarını beğeniyorsa bil ki birkaç gün sonra sana “benim fotoğraflarımı beğenir misin?” diye bir soru gelir ya da karşı cinsten biriyse “hangi okuldasın, çok güzelsin…” bu konuşmanın sonu senden hoşlanıyoruma kadar gider. Bir kere yalandır yahu bunlar. O kadar sinirleniyorum ki. Komik bir söz var;  hiç kimse kimlikteki fotoğrafı kadar çirkin değil, facebooktaki fotoğrafı kadar güzel değildir. Beni hem güldürür hemde haklı bulurum.

Şimdi de sıra Twitter’da. Twitter daha rezillik bir yer. Aşağılayacak sözcük bulamıyorum. Neymiş ? 140 karakterle yaptığın, bulunduğun, düşündüğün durumu anlatacakmışsın. Gerçekten herkes atarlı. Atarlı da yeni bir terim oldu. Bir üst nesilimizin bilmediği ; atarlı ve giderli. Herkes birbirine atarlı ve giderli. Herkes birbirine laf sokma çabasında. İlişkiler vıcık vıcık. Onlara da bir sonra ki yazımda değineceğim gerçi.
Mıc mıc mıc ilişkiler. “benim bitanem canım cicim” bunlar hafif kalır yeni terimlerde gelişti. “cancon canıms ve birbirine bir o kadar saçma terimler” bunlar vıcık vıcık ilişkilerin görünen yüzü ve çok belli oluyor. Aslında hepsi birbirinin arkasından iş çeviren fesat insanlar. Bir şey olsun küser sonra tin tin tin giden insanlar. Arkadaşlık sınır. Kim havalı ise onunla takılma çabasında herkes. Facebookta öyle bir alem işte bunun sonucu bir yer.
Ben sanki twitter da her yaptığımı yazsam ne olacak! Allahım onlara ne! Ben şu anda şunu yapıyorum. Evet bir gün sinirlenip “ben şuan tuvaletteyim” yazacağım. Yahu ben senin yaptığın her b*ku bilmek zorunda mıyım!
Neyse hadi sonuçta hepimiz bu sosyal ağ içerisindeyiz. Yapacak bir şey yok. Direnemiyorum ve teslim oluyorum. Ağınızla bağlayın beni, sarın, çevreleyin, tatmin edin.
Öpüyorum. Followlayın beni ;)

18 Şubat 2011 Cuma

Bir Taşla İki Kuşluk Adam

Üzerine battaniyesini almış ona göre güzel olan bu kış gününde evinde yalnızlığını yaşıyordu. Bir elinde playstation kumandası diğer elinde de kahvesi vardı. Kahvesini koyacak yer aradı dağınık sehpa üzerinde. Evi eskiye göre moderndi. Aslında eskiye bağlıydı fakat günümüzün çağınada olağanüstü ayak uyduruyordu. Modern bir evdi burası, sadece bir köşesi eski kalmış, oyun konsulları, dvd oynatıcılar… Tabiki bunlar onu daktilosundan, piyanosundan veya eski eşyalarından, çerçevelerinden, şapkalarından alıkoyamamıştı.
Açtı en sevdiği oyununu “Metal gear solid 4”. Eski olmasına rağmen hala çok sevdiği ps2 oyunuydu bu. Hiç bıkmadan bunu oynardı, tabi yenilerinide takip ederdi. Dağılmıştı salonu birkaç gündür bakmamıştı bu odanın yüzüne. Piyanosu, bilgisayarı, oyun konsulları ona küsmüştü.  Biraz gönüllerini alayım diye kavradı kumandayı. Stres attı uzun bir süre..
Bir iki saat sonra sıkıldı. Öğleden sonrayı geçiyordu artık zaman. Tek kahve kesmezdi onu. Hem ortalığı toplasın hem de bir şeyler karalasın diye kahvaltısından taviz verdi. Gelişi yüzel aldı sehpadaki kağıtları, düzgünce daktilonun yanına koydu. Çok zor alışmıştı bu eski alete. Nede olsa F klavyeydi, tamamiyle eskiydi. Bilgisayarda da yazardı. Ama daktilo bir farklıydı. Bunun önünde hem kendini tatmin eder, egosunu arttırır hemde tuş sesleriyle üretkenliğine üretkenlik katardı.
Bir yandan bilgisayarını açtı sonra kendini daktilonun önüne attı. Daktilonun yanında duran eskitme yapraklı teknolojiden arınmış takvimine baktı. 14 Şubat … Sevgililer günü.
Klişelere uyup sevgililer hakkında bir şeyler mi karalasaydı yoksa bunların aksine bir sinema filmi eleştirisi mi yazsaydı ya da bir oyun. Karar veremedi sonra bir arkadaşından aptalca başlayan bir mesaj aldı. “Barışcım öncelikle mevlit kandilin, sevgililer günün ve dünya öykü gününü kutlarım. Ahh az kalsın unutuyordum! Doğum günün kutlu olsun. İyi ki doğdun!! Adama bak sevgililer gününde doğmuş yahu!  Evet haklıydı, onun doğum günüydü bugün. Bunun hakkında bir şeyler karalamalıydı. Sonuçta kocaman adam,  her şey hakkında yazmayı biliyordu da kendisi hakkında mı yazamayacaktı.
Düşündü düşündü. Kendini öven şeyler yazdı. Harika piyano çalardı fakat notaları okuyamaz ezberlerdi. Ne var canım bu sadece onun sorunu değildi ki! Birkaç becerisi daha vardı mızıka çalmak gibi mesela. Güzel yazılar yazardı iyi betimlemelerle bunları destekler olağanüstü olaylar yaratırdı kendi dünyasında. Retro tavrı olsada entelektüeldi de. İyi yemek yapamazdı bu doğru, kardeşine karşıda pek iyi olduğu söylenemezdi. Fakat o yine de harikaydı işte. Yakışıklı, kibar, şık ve zekiydi. Bu zarifliğinden “kadın ruhlu” bile denirdi ona.
Birkaç satır yazdı fakat sonra kağıdı hızlıca çekip alıp gülmeye başladı. Ne yapıyorum ben! Kahkahalarla gülüyor ve ses sisteminden “La Noyee” şarkısını açmaya çalışıyordu. Biraz daha eğlenceden bir şey olmazdı. Belki de bu yazıyı ona başkası yazmalıydı..
Kendi kendine “İyi ki doğdun Barış” dedi. İyi ki doğdun arkadaşım J

11 Şubat 2011 Cuma

Boşluk

Bir şey diyemedim. Hiçbir şey diyemedim sana giderken. Belki de böylesi daha iyi diye senin için. Sonu olmayan bir boşluktaydık. Ne olduğunu ne olacağını bilemediğimiz bir karanlık. Kendimizi bilemedik. Kendimizi göremedik. Birbirimizi görmek istedik fakat göremedik. Çünkü karanlık olduğu kadar uzaktıkta birbirimize. Tanrı oyun oynuyordu bizimle, sen bir köşeye ben bir köşeye. Biz buluştuğumuzda dövüşürmüydük emin değilim fakat hiç buluşamadık. Karanlıktı diyorum ya… sadece sesimizi duyabildik. Kimi zamanda duyamadık bile boşlukta kayboldu sesler. Sen bir köşede kaldın ben bir köşede. Ve şimdide gittin. Hiçbir şey diyemedim. Dememi istedin biliyorum öyle gitmek istemediğini biliyorum. Belki çığlıklar attın sessiz. Bende öyle. Duyurmak istedim. Sarsmak istedim. O karanlığı yırtıp çıkmak. Aydınlığa kavuşmak. Senle veya sensiz. Senide götürmek istedim. Ama sen bensiz gittin. Suçlamayacağım seni. Suçlardım, ağlardım bağırırdım. Ama bunu yapmayacağım. Boğuluyorduk bir kuyu içerisinde. Sen çırpınıyordun bense kabullenmiştim ölümü. Değişen bir şey olmadı. Sen çabalarken öldün belki güneşi  görebildin. Bense kendi çığlıklarımda boğuldum. Artık ikimizde karanlıktayız gerçek bir karanlıkta. Rüyalarda…