31 Ağustos 2010 Salı

Parlaklık

 Güneşin al, pembe ışıkları ince dalgaların üzerine vuruyordu. Güneşte aynı denizin dalgalarını taklit eder gibi yavaşça batıyordu. Terkediyordu buradaki günü başka yerlerde, başka kişilere doğacaktı artık. Deniz üzgündü çaresizce son dalgalarını vuruyordu gözyaşı gibi.
 Gözyaşları.. Ada'nın gözyaşlarıydı bunlar. Denize bakınca kendini görüyordu. Ağlıyordu dalgalar kıyıda süzülür ya gözyaşlarıda öyle süzülüyordu. Kırkırmızı yanaklarından. Deniz gibi oda kararıyordu. Karamsarlığa ve yalnızlığa bürünüyordu. İçi yanıyordu neden bunları yaşadığını düşündü. Neden dedi kendine neden? Cevap bulamıyordu. Neden bu kadar acı çekiyordu ki? Düşündü sonra O'nun güneş gibi parlayan gözlerini, gökyüzünün kırmızısı gibi dudaklarını.. Napıcaktı şimdi? Güneşi olmadan ne yapacaktı?
 Onu gülümseten, ağlatan, hep yanında olan mutluluğu olmayınca ne yapacaktı? Oturdu serinlemiş kumlara. Kendine ağladı yeniden hıçkıra hıçkıra. Terketmişti onu işte, içindeki aşk terketmişti. Gitmişti güneş gibi oda bakmadan dalgalara, bakmadan gözyaşlarına.
 Yanıyordu kalbi hep içinden tekrar etti onu. Hayır diye bağırdı defalarca. Aklımdan gitme dedi güçsüzce ama artık içindeki cevap vermiyordu ona çok olmuştu çünkü gideli..
 Kumları aldı eline sıktı küçük avuçlarında. Ah o giden ne severdi bu ellerini. Şimdi bırakmıştı ama.. Oda boşalttı kumları elinden yavaş yavaş sonra zaman dedi. Ama geri gelmeyecekti sonuçta.
 Dalganın tek farkı buydu ondan. Güneşi geri dönecekti fakat Ada'nın güneşi dönse bile eskisi kadar parlak olabilecek miydi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder